Osmanlılar, kurdukları her bir sofranın adlarına Kur’an-ı Kerim’den bir sure isimleri verirdi. Yasin sofrası, Tebareke sofrası, Bakara sofrası gibi. Her sofranın kaşıklarına kendi isimleri yazılır ve hepsi bir sepetin içine konulur. Ev sahibi kapıda misafirleri karşılarken içi kaşık dolu sepeti misafirlerine uzatır. Misafir sepetin içinden aldığı kaşığın sapında hangi isim yazıyorsa o sofraya oturur. Böylelikle gelen kişinin zengin fakir ayrımı yapmadan aynı sofrada yemesine olanak sağlanırdı. Misafir uğurlanırken de avucuna para konur ve ‘Bu akşam sizi soframızda yedirdik, içirdik. Dişinizi eskittik. Bu da dişinizin kirası.’ denir, böylelikle kimse rahatsız olmazdı.
Osmanlı'da hazırlıklar Ramazan gelmeden yapılırdı. Bu hazırlıkların en önemlilerin birisi hangi malın ne kadara satılacağını bildiren narh cetvelleri hazırlanırdı. Normal zamanda mesai sabah ezanından sonra akşama kadar sürerken, Ramazan'da öğle ile ikindi arasına sıkıştırılırdı ve işler de aksamazdı. Ayasofya’daki teravih fevkalade ihtişamlı ve görkemli kılınırdı. Osmanlı'da Ramazan Ayı'nda Ayasofya’da 100 bin kişi bir arada teravih namazı kılardı. O dönemler İstanbul’un nüfusu 800-900 bin idi. Namaz kılması farz olan insanların hemen hemen beşte biri Ayasofya’da buluşurdu. Yemek üslubu, saygı çok önemliydi. İftara önce defterdarlar, şeyhülislamlar, sonra kazaskerler, sonra diğer görevliler derken sırayla başlanırdı. Eski iftarlar ezan okunmadan önce insanların toplanmasıyla başlar,ezan okunduktan sonra önce küçük iftariyelik adını verdiğimiz tatlı yahut zeytin,kaymak,bal yenirdi. Sonra akşam namazı kılınır,namazdan sonra oturulur ve sahura kadar yenirdi. Akşam yemeği ve sahur yemeği hemen hemen aynı yemekti. Sadece bedenen oturulmazdı o sofralara, zihin ve gönüllerde doyurulurdu. Sarayda bunun adı huzur dersleri diye geçerdi. Beyazıt, Çemberlitaş, Sultanahmet Meydanı gibi birçok meydanda Ramazan gelmeden evvel hummalı bir hazırlık yapılırdı. Meydanların belli köşeleri kazanlarla donatılır, uzun devasa yer sofraları kurularak toplu yemekler verilirdi. Başta padişah olmak üzere birçok kişi bu yemeklerin verilmesine destek olurdu.
Ramazan’da çeşmelerin ve sebillerin içlerine muhakkak su yerine meşrubat doldurulurdu. Sultanahmet Meydanı’nda 1898 yılında yapılan Alman çeşmesinin içine de Osmanlı’nın son dönemine kadar Ramazan ayı boyunca şerbet doldurulurdu.
Hoş Geldin Ya Şehr-i Ramazan!
Mehmet AKŞAN
|